KIBRIS TATİLİ VOLUME 1 :)
Sizi bilmem ama ben bu yazıyı hazırlamaya başladığımda kendi kendime; “nihayet!” dedim…
Herhangi bir sebeple uzun süre yazmayınca oluşan tutukluk vardı yine üzerimde.
Oysa ne güzel karar almıştım, Kıbrıs öncesi, önemli önemsiz, basit zor fark etmeden her şeyi paylaşıyordum sizinle.
Kıbrıs’tan gelir gelmezde arka arkaya sofralarımızı, pastamızı, gezi fotoğraflarımızı paylaşacaktım.
Ancak tatilimizin son günü hepimizin içini yakan deprem felaketini yaşadık.
Ne tadımız kaldı, ne tuzumuz. Şimdi var mı ki? derseniz; elbet yok ama çok sevmediğim bir cümle olmasına rağmen; ne yazık ki hayat devam ediyor…
Bu konudaki duygularımı, üzüntümü ve en önemlisi öfkemi geçtiğimiz yazıda anlatmıştım zaten artık bu konuda pek bir şey söylemek istemiyorum.
Üzerime çöken tembelliği –ki bu çok sık olmaya ve sizi de baymaya başladı, farkındayım- daha epey bir atamazdım aslında…
Ama az önce gelen ve beni kahkahaya boğan bir yorum hızlıca kendime gelmeme neden oldu.
Kendisine “sessiz takipçi” diyen bu şeker insan; “Müge hanım, rejimde misiniz? Öyle bile olsa salata yiyorsunuzdur, bari onları paylaşın, yine unuttunuz bizi” diyordu. :)
İlahi, alemsiniz… :) İyi ki varsınız ama…
Yeniden ve hızlıca paylaşımlara başlamak için Kıbrıs anılarından daha güzel bir yol düşünemiyorum.
Bu kez her şeyi bir yazıda toplamak yerine günlere bölmeyi tercih ettim. Hem kısa ve sıkmayan yazılar olur diye düşündüm, hem de yaklaşık iki bin fotoğrafı bir çırpıda düzenlemeyi göze alamadım. :)
Kıbrıs tatilimiz ile ilgili gitmeden önce Gizem’le her sohbetimizde uzun uzun konuştuk, o da bende çok heyecanlı idik, nereleri gezeceğiz, neler yapacağız diye hayaller kurduk.
Ama Gizem bu konuda çok ketumdu açıkçası.
“Çok gezeceğiz, çok eğleneceğiz” deyip duruyordu ama detay vermiyordu.
Hatta ilk gece havaalanında, yolda bile epey birsıkıştırdık onları, eşim; “ben sürprizleri sevmem, valla bak geri dönerim”şeklinde restler bile çekti ama yok, nafile ağızlarından bir laf alamadık :)
Tatilimizi gün gün, saat saat planlayan şahane bir program hazırlamış, bununla da kalmayıp bunu davetiye şeklinde bize sunmuşlardı.!
Tahmin edeceğiniz üzere davetiye tamamen Gizem tarafından hazırlanmış, tam bir el emeği, göz nuru. Benim için paha biçilemez değerde, ömrümün sonuna kadar saklayacağım şu anda eve gelen her misafire çıkarıp gösterdiğim şahane bir anı…
Gizem öyle marifetli ki, sadece davetiyeleri değil peçete halkalarını da kendisi yapmış, sabah kahvaltısı için ayrı, akşam yemeği için ayrı bir kreasyon… :)
Akşam ayrılırken, Gizem’e gayet bilmiş bir şekilde; “sabah sakın bir şey yapma beni bekle, birlikte hazırlayacağız her şeyi, sodalı açmayı yaparken seni izlemek istiyorum ayrıca” dedim.
Ama nerdee… :)
Temiz, güneşli havayı bulan bendeniz öyle bir uyku çekmişim ki, telefon çalmasa kalkacağım yokmuş.
Dolayısı ile bırakın yardım etmeyi, her şeyi ile hazırlanmış mis gibi bir sofraya kuruluverdim…
Gizem bana zaman zaman, kendi tariflerini gönderir, deneyip sizlerle paylaşmam için, bende; “mm, çok güzelmiş en yakın zamanda yaparım bunu” derim :)
Ama benim bir huyum vardır, bir şeyin tadına bakmışsam ve beğenmişsem işte o en yakın zaman hakikaten çabuk gelir.
Bu açmaların tarifi de uzun zamandır bende olmasına rağmen bir türlü fırsat bulamamıştım.
Çok hata etmişim.
Kıbrıs’tan geldiğimden beri iki kez yaptım, anında bitti. Tekrar yapıp, yayınlamak için sabırsızlanıyorum.
Dışarıda mis gibi yaz havası, önümüzde harika bir masa ve en önemlisi tatlı bir sohbet ile keyiften dört köşe olduk…
Sonra başladık programı incelemeye.
Ve o saatten sonra tatilimiz ile ilgili bir daha hiçbir şey sormadık :)
Kendimizi akışa bıraktık ve şahane bir beş gün geçirdik hep birlikte…
Herhangi bir sebeple uzun süre yazmayınca oluşan tutukluk vardı yine üzerimde.
Oysa ne güzel karar almıştım, Kıbrıs öncesi, önemli önemsiz, basit zor fark etmeden her şeyi paylaşıyordum sizinle.
Kıbrıs’tan gelir gelmezde arka arkaya sofralarımızı, pastamızı, gezi fotoğraflarımızı paylaşacaktım.
Ancak tatilimizin son günü hepimizin içini yakan deprem felaketini yaşadık.
Ne tadımız kaldı, ne tuzumuz. Şimdi var mı ki? derseniz; elbet yok ama çok sevmediğim bir cümle olmasına rağmen; ne yazık ki hayat devam ediyor…
Bu konudaki duygularımı, üzüntümü ve en önemlisi öfkemi geçtiğimiz yazıda anlatmıştım zaten artık bu konuda pek bir şey söylemek istemiyorum.
Üzerime çöken tembelliği –ki bu çok sık olmaya ve sizi de baymaya başladı, farkındayım- daha epey bir atamazdım aslında…
Ama az önce gelen ve beni kahkahaya boğan bir yorum hızlıca kendime gelmeme neden oldu.
Kendisine “sessiz takipçi” diyen bu şeker insan; “Müge hanım, rejimde misiniz? Öyle bile olsa salata yiyorsunuzdur, bari onları paylaşın, yine unuttunuz bizi” diyordu. :)
İlahi, alemsiniz… :) İyi ki varsınız ama…
Yeniden ve hızlıca paylaşımlara başlamak için Kıbrıs anılarından daha güzel bir yol düşünemiyorum.
Bu kez her şeyi bir yazıda toplamak yerine günlere bölmeyi tercih ettim. Hem kısa ve sıkmayan yazılar olur diye düşündüm, hem de yaklaşık iki bin fotoğrafı bir çırpıda düzenlemeyi göze alamadım. :)
Kıbrıs tatilimiz ile ilgili gitmeden önce Gizem’le her sohbetimizde uzun uzun konuştuk, o da bende çok heyecanlı idik, nereleri gezeceğiz, neler yapacağız diye hayaller kurduk.
Ama Gizem bu konuda çok ketumdu açıkçası.
“Çok gezeceğiz, çok eğleneceğiz” deyip duruyordu ama detay vermiyordu.
Hatta ilk gece havaalanında, yolda bile epey birsıkıştırdık onları, eşim; “ben sürprizleri sevmem, valla bak geri dönerim”şeklinde restler bile çekti ama yok, nafile ağızlarından bir laf alamadık :)
Israrla “yarın sabahı bekleyin” deyip durdular…
Sabah evine gittiğimizde, kahvaltı masasında adımızahazırlanmış bu programları görünce bırakın beni, eşimin bile gözleri doldu!
İnanılmaz duygulandık.Tatilimizi gün gün, saat saat planlayan şahane bir program hazırlamış, bununla da kalmayıp bunu davetiye şeklinde bize sunmuşlardı.!
Tahmin edeceğiniz üzere davetiye tamamen Gizem tarafından hazırlanmış, tam bir el emeği, göz nuru. Benim için paha biçilemez değerde, ömrümün sonuna kadar saklayacağım şu anda eve gelen her misafire çıkarıp gösterdiğim şahane bir anı…
Gizem öyle marifetli ki, sadece davetiyeleri değil peçete halkalarını da kendisi yapmış, sabah kahvaltısı için ayrı, akşam yemeği için ayrı bir kreasyon… :)
Akşam ayrılırken, Gizem’e gayet bilmiş bir şekilde; “sabah sakın bir şey yapma beni bekle, birlikte hazırlayacağız her şeyi, sodalı açmayı yaparken seni izlemek istiyorum ayrıca” dedim.
Ama nerdee… :)
Temiz, güneşli havayı bulan bendeniz öyle bir uyku çekmişim ki, telefon çalmasa kalkacağım yokmuş.
Dolayısı ile bırakın yardım etmeyi, her şeyi ile hazırlanmış mis gibi bir sofraya kuruluverdim…
Gizem bana zaman zaman, kendi tariflerini gönderir, deneyip sizlerle paylaşmam için, bende; “mm, çok güzelmiş en yakın zamanda yaparım bunu” derim :)
Ama benim bir huyum vardır, bir şeyin tadına bakmışsam ve beğenmişsem işte o en yakın zaman hakikaten çabuk gelir.
Bu açmaların tarifi de uzun zamandır bende olmasına rağmen bir türlü fırsat bulamamıştım.
Çok hata etmişim.
Kıbrıs’tan geldiğimden beri iki kez yaptım, anında bitti. Tekrar yapıp, yayınlamak için sabırsızlanıyorum.
Dışarıda mis gibi yaz havası, önümüzde harika bir masa ve en önemlisi tatlı bir sohbet ile keyiften dört köşe olduk…
Sonra başladık programı incelemeye.
Ve o saatten sonra tatilimiz ile ilgili bir daha hiçbir şey sormadık :)
Kendimizi akışa bıraktık ve şahane bir beş gün geçirdik hep birlikte…
Son olarak size biraz Gizemciğimden :) söz etmek isterim...
Gizemcim, endüstri mühendisliği okuyan ve hatta son sınıfta olup, bitirmek üzere olan, çalışkan, akıllı, bilgili, terbiyeli, bıcır bıcır, on parmağında on marifet bir hatun! :)
Hani oğlum olsa da, alsam diyeceğiniz türden :)
Ama geç kaldık, o beyaz atlı prensini bulmuş bile :)
Prensinin adı; Burak… O da her kız annesinin damat olarak hayalini kurduğu türden, dünya efendisi, yakışıklı, bir kaç ay sonra cıva gibi bir endüstri mühendisi olacak, pırıl pırıl bir delikanlı…
Bize de, onları gördükçe daha yakından tanıdıkça, hayran olmak ve inşallah bizimde sizin gibi evlatlarımız, gelinimiz, damadımız olur diye dua etmek kaldı.
Şimdilik bu kadar, siz bu yazıyı okurken ben diğer fotoğraflara gömülmeye, gezimizi gün gün yazı haline getirmeye başlıyorum efendim…
Gizemcim, endüstri mühendisliği okuyan ve hatta son sınıfta olup, bitirmek üzere olan, çalışkan, akıllı, bilgili, terbiyeli, bıcır bıcır, on parmağında on marifet bir hatun! :)
Hani oğlum olsa da, alsam diyeceğiniz türden :)
Ama geç kaldık, o beyaz atlı prensini bulmuş bile :)
Prensinin adı; Burak… O da her kız annesinin damat olarak hayalini kurduğu türden, dünya efendisi, yakışıklı, bir kaç ay sonra cıva gibi bir endüstri mühendisi olacak, pırıl pırıl bir delikanlı…
Bize de, onları gördükçe daha yakından tanıdıkça, hayran olmak ve inşallah bizimde sizin gibi evlatlarımız, gelinimiz, damadımız olur diye dua etmek kaldı.
Şimdilik bu kadar, siz bu yazıyı okurken ben diğer fotoğraflara gömülmeye, gezimizi gün gün yazı haline getirmeye başlıyorum efendim…
0 yorum:
Yorum Gönder